Serebral Palsi, hareket ve postürle
alakalı, aktiviteyi kısıtlayan bir grup gelişim bozuklukları olup, doğum öncesi
veya sonrası bebeğin beyninde meydana gelen, progresif olmayan hasarlardır. Bu
durumlarda SP’nin motor bozukluklarına, duyum, biliş, algı, iletişim, davranış
ve nöbet bozuklukları eşlik eder. Bir veya daha fazla uzuvda sürekli artan kas
elastikiyeti (tonusu) ile tanımlanan spastik alt tip, en yaygın alt tiptir ve
genellike çocuklarda vakaların %70-90’ını oluşturduğu bilinmektedir.
Spastisite genellikle “üst motor nöron sendromunun
bir bileşeni olarak, gerilme refleksinin hipereksitabilitesinden kaynaklanan
aşırı tendon refleksli elastiki gerilme reflekslerinde hıza bağlı bir artış”
olarak tanımlanmaktadır.
Spastisite, istemli kas
aktivasyonu kaybı, anormal istemsiz kas aktivasyonu ve kaba motor fonksiyon
azalması durumunda kalça çıkığı ve kontraktürü (kasılması) ile ilişkili ağrı
gibi çeşitli motor bozukluklarının klinik belirtilerini gösterir. Bu nedenle, spastisitenin kas morfolojisi ve yapısında
değişikliklere, kas deformitesinde ve kas büyümesinde bozulmalara neden olduğu
düşünülmektedir. Ayrıca, bu durumdaki çocuklarda
spastisite nedeniyle çeşitli ayak deformiteleri ve kalça yer değiştirmesi gibi
ikincil komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Ashworth skalasıyla kas
elastikiyetini ölçen eski bir çalışma serebral palsili çocuklarda
elastikiyetinn dört yaşına kadar arttığını ve sonrasında 12 yaşına kadar her
yıl azaldığını tespit etmiştir. Spastisite artışı, büyüme kısıtlamasına ve
yürüme dengesizliğine yol açan kas-iskelet sistemi deformasyonlarına neden
olabilen kasların gerilmesini engeller.
Bu nedenle spastik SP’li çocuklar
için kas elastikiyetinin kontrolüne ve kas kontraktrünün önlenmesine odaklanan
terapötik müdahalelerin erken uygulanmasının göz önünde bulundurulması
önemlidir. Botulinum toksini enjeksiyonları ve kas gevşeticiler gibi geçici
tıbbi müdahaleler dahil olmak üzere çeşitli yaklaşımlar, seçici dorsal rizotomi
gibi beyin cerrahisi müdahaleleri ve kalıcı ortopedik müdahaleler, spastisiteyi
kontrol altına almak ve sekonder komplikasyonlar ile kas-iskelet sistemi
deformasyonlarına bağlı ağrıyı önlemek amacıyla kullanılmıştır. Bununla birlikte, egzersiz müdahalesi on yıllardır SP’li
hastalarda hipertoni için birincil rehabilitasyon yöntemi olmuştur. Bu amaçla,
SP’li hastalar genellikle pasif ve aktif germe ve uzun süreli pozisyonlama
içeren düzenli fizik tedavi germe programlarına girerler.
Fizyoterapinin yararlılığını
destekleyen kanıtlar son birkaç on yılda birikmiştir. Bununla birlikte, klinik
sonuçların hastalar arasında büyük ölçüde değiştiği ve uygun gerilme sıklığı ve
süresinin yetersiz kaldığı belirtilmektedir.
Güney Kore’deki bir
çalışmada, üniversite hastanesinde düzenli olarak fizyoterapi programına
katılan spastik SP’li çocukların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Ek olarak, fizyoterapi programları çocukların karakteristiklerine ve
fonksiyonel düzeylerine göre bireyselleştirildi. Bu bağlamda, motor öğrenmeyi
ve hedefe yönelik eğitim kavramını içeren nörogelişimsel terapi uygulandı. Kendi
başına ayakta duramayan çocuklar için, ayakta durma aparatı ile duruş
gerçekleştirilmiş olup spastisiteli
çocuklarda germe egzersizi de yapılmıştır.
Metodoloji
Eylül ve Ekim 2017
tarihleri arasında Güney Kore’de 10 günlük resmi tatil döneminde SP’li birçok
hastanın fizyoterapisine ara verildi. 19 erkek 16 kız olmak üzere 35 SP’li
hastanın kaydı alınarak tatil öncesi ve sonrası sıralı MTS ölçümleri fizyoterapi
başından itibaren aynı fizyoterapist tarafından yapıldı.
Serebral palsi alt tipi
Surveillance of Cerebral Palsy kılavuzuna ve güvenilir, beş kademeli, geçerli
sınıflandırma sistemi olan Kaba Motor Fonksiyonu Sınıflandırma Sistemi’ne
(GMFCS – Gross Motor Function Classification System) göre sınıflandırılmıştır.
GMFCS seviyeleri, fonksiyonel kısıtlamalara ve yardımcı cihazlara duyulan
gereksinime göre ayrılır.
GMFCS seviyeleri analiz
için iki grup olacak şekilde bu çalışmada yeniden sınıflandırıldı: Seviye 1-3
yardım ile veya yardımsız yürüyebilen çocukları, seviye 4-5 ise tekerlekli
hareketliliğe ihtiyacı olan çocukları kapsar.
Ayak bileği
plantarfleksör kasındaki pasif hareket açıklığı ve kas spastisitesi çocuk hasta
hasta popülasyonunda spastisiteye dahil edildiği için ölçüldü. Ayak bileği
ekleminin pasif dorsifleksiyon aralığını değerlendirmek için spastisite ölçmede
güvenilir bir araç olan MTS kullanıldı. R2 yavaş hızda gerilme sırasında tam
hareket açıklığı ve R1, hızlı esneme sırasında yakala-bırak (catch-and-release)
eşik açısı olarak belirlenmiştir.
Aslında, ROM (hareket
açıklığı), R1 ve R2, standart diz fleksiyonunda ve diz ekstansiyon
pozisyonlarında ölçülmüştür. Ayak bileği eklemlerinin hareket açıklığı, 5°’lik
artışlarla bir gonyometre kullanılarak ölçülmüştür. MTS, R1 ve R2 değerleri fizyoterapi
ilerleme notlarında kaydedilmiştir. Tarafsız bilek pozisyonu 0° olarak
belirlenip, dorsifleksiyon ve plantar fleksiyon açıları sırasıyla pozitif ve
negatif değerlere dönüştürülmüştür.
Başlangıç olarak, fizyoterapide
R1 ve R2 değerleri 10 günlük tatilden sonra önemli ölçüde düşüş göstermiştir.
Ayak bileği ekleminin dorsifleksiyon aralığı tatilden sonra hem diz fleksiyon
pozisyonunda hem de diz ekstansiyon pozisyonunda önemli ölçüde düşüş göstermiştir.
Ayak bileği ekleminin dorsifleksiyon aralığı GMFCS seviyeleri arasında diz
fleksiyonu veya ekstansiyonunda gözle görülür derecede farklılık
göstermemiştir.
Bulgular
Düzenli fizyoterapinin ayak
bileği ekleminin dorsifleksiyon aralığının korunmasında ve spastik SP’li
çocuklarda ayak bileği plantar fleksör kas elastikiyetinin kontrolünde rol
oynayabileceğini gösterilmiştir.
Ayrıca bulgular, diz
fleksiyonu konumundaki dinamik ayak bileği plantar fleksör elastikiyetinin
çocuk hasta hasta popülasyonunda düzenli fizyoterapinin yarıda bırakılmasının
ardından artabileceğini göstermektedir. Serebral palsili hastaların tedavisi
için fizyoterapi, mesleki ve konuşma terapileri gerekli görüldüğünden dolayı,
terapisiz bir çalışma tasarlamak pratik veya etik değildir. Ayrıca, düzenli
tedavi alan çocuklar ile almayanlar arasındaki farklar şaşırtıcı unsurlarla
doludur. Bu çalışma, 10 günlük bir süre içinde, düzenli veya yoğun fizyoterapinin
etkilerini inceleyen ilk çalışmadır.
Tartışma
Çalışmadaki hastalar birkaç
farklı kurumda haftada bir ile altı kez fizyoterapi almışlardır. Tüm hastalar
için mevcut tedaviler hakkında bilgi eksikliği nedeniyle, tedavi sıklığının
veya süresinin etkisi değerlendirilememiştir. Ayak bileği eklemi
dorsifleksiyonunun, yüksek hızlı ve yavaş hızlı esneme açısının, fizyoterapinin
10 günlük gerçekleştirilmediği aralıkta azaldığı tespit edilmiştir. Bu bulgu,
spastik ayak bileği eklemlerinde hareket açıklığını korumak için düzenli fizyoterapi
seanslarının gerekliliğini ve bu durumun spastisite ile çocuklarda motor
fonksiyonlarının bozulmasının önlenmesinde yardımcı olabileceğini
düşündürmüştür.
Spastisitenin
arkasındaki mekanizmalar tam olarak anlaşılmasa da, merkezi motor yollarındaki
nöroplastisite ve kasın mekanik bileşenleri, spastik SP’li hastalarda kas
elastikiyeti ve sertliğindeki değişikliklerde kritik faktörlerdir.
Nöroplastisite açısından, egzersiz müdahaleleri, elastiki refleks aktivitesine
cevaben kas elastikiyetini, hızlı gerilme için arttırılmış bir hareket açıklığına
izin vererek değiştirebilir. Ayrıca germe, kası veya fasikül uzunluğu artıracak
şekilde kasın mekanik özelliklerini değiştirebilir. Bu bağlamda kısaltılmış
kasların hareket halinde gerilme refleksi, kısır dönüyle spastisiteyi artırarak
kas kontraktrüne yol açtığı ve bu esnada gerilme refleksini kuvvetlendirdiği
görülmektedir. Gastrokinemius kaslarının spastisitesi ve kontraktürü, ayak
yürüyüşü ve diğer yürüyüş problemleri ile sonuçlanarak ambulasyona müdahale
eder. Spastisite, 4-12 yaş arasında azalma eğilimindedir. Bu durum,
gastrokinemius kası deforme olmazsa, SP’li bazı hastalar topuk teması ile
yürümeye başladıkları klinik gözlemleri açıklar. Bunu dikkate alarak, SP’li
küçük çocuklar, spastisitenin kendiliğinden azalacağı yaşa kadar kas
kısalmasını önlemek için dikkatli bir şekilde yetiştirilmelidir.
Bu nedenle bu
çalışmadaki bulgular, ayak bileği ekleminin bozulmasının önlenmesinin kritik
olduğu 12 yaşın altındaki SP’li hastalar için önemlidir. Ayrıca 12 yaşından
küçük çocuklarda, yarıda kesilmiş egzersizin hareket açıklığına ve spastisiteye
yaşla alakalı önemli ölçüde bir etkisi bulunmamıştır. Önceki çalışmalar,
spastik SP’li çocuklarda medial gastrokinemius kas hacminin ve ayak bileği
dorsifleksiyon açısının azaldığını göstermiştir. Bununla birlikte, plantar
fleksör kuvvet antrenmanı medial gastrokinemius kas hacminde ve ayak bileği
dorsifleksiyonunun açısında artışlara neden olur. Bu nedenle, fizyoterapinin kas
hacmi ve gücü ile spastisite kontrolü arasındaki dengeyi geri kazanmayı da
kapsayan, bu katılımcılarda veya benzer durumdaki bireylere sağladığı faydaları
göz ardı edilmemelidir. Botulinum toksini enjeksiyonu, oral ilaçlar ve
ortopedik cerrahi müdahaleler, nörolojik yetersizliği olan bireylerde yetersiz
volümetrik kas büyümesine neden olabilir. Her ne kadar kanıtlar bu
müdahalelerin spastisiteyi azalttığını öne sürse de, kas elastikiyetini
azaltmak her zaman motor fonksiyonları ve yürüme yeteneğini iyileştirmemiştir.
Sonuç
Tatil döneminden sonra ayak bileği
ekleminin (R1 ve R2) dorsifleksiyon aralığı; diz pozisyonu, yaş veya kaba motor
becerilerine bakmaksızın, tatil dönemi öncesinde yapılan ölçümlere göre önemli
ölçüde azalmıştır. MTS’nin dinamik bileşeni (R2-R1) diz fleksiyonu pozisyonunda
hafif azalma göstermiştir. Düzenli fizyoterapinin
yarıda bırakılması serebral palsili çocuklarda spastisiteyi kötüleştirmiştir ve
ayak bileği ekleminin hareket açıklığını azaltmıştır. Bulgular spastik ayak
bileği ekleminde hareket açıklığının korunması için serebral palsili çocukların
bakım sürecinde düzenli fizyoterapi olduğunu
vurgular.
Klinik çıkarım:
Düzenli fizyoterapinin – 10 günlüğünede
olsa – yarıda bırakılması serebral palsili çocuklarda spastisiteyi kötüleştirebilir
ve ayak bileği eklem hareket açıklığını kısıtlayabilir. Bu nedenle serebral
palsili çocukları ve ailelerini düzenli fizyoterapiye teşvik etmeliyiz.
Yorumlar (0)
Bu yazıya henüz yorum yapılmamış.